Ben diyeyim vitiligo, siz deyin ala hastalığı ciltte beyaz lekelerin belirmesiyle kendini gösteren ve hem estetik kaygılara hem de psikolojik rahatsızlıklara yol açabilen bir cilt hastalığıdır. Bu durum, deriye rengini veren melanosit hücrelerinin hasar görmesi veya işlevini yitirmesi sonucunda ortaya çıkar. Vitiligoya ait beyaz lekeler, en sık eller, yüz, dizler ve dirsekler gibi sürtünmeye veya travmaya açık bölgelerde başlar. Zaman içinde başka alanlara yayılma ihtimali vardır. Bazı kişilerde küçük ve sınırlı lekeler şeklinde kalırken, bazılarında vücudun geniş bir alanını kaplayabilir.
Peki vitiligonun kesin nedeni nedir? Keşke hastalarımızın tanı aldıktan sonra bize sordukları ilk soru olan bu soruya nokta atışı bir cevap verebilsek. Ancak ne yazık ki pek çok otoimmün hastalıkta olduğu gibi vitiligonun da tek bir sebebe bağlı olduğunu söylememiz mümkün değil.
Bildiğiniz gibi bağışıklık sistemimiz her gün karşılaştığı yüzlerce zararlı patojene karşı bizi savunmak için elinden geleni yapar. İşte vitiligodaki esas mesele de normalde bizi dış etkenlere karşı koruyan bağışıklık sistemimizin cilde rengini veren hücrelere (melanositlere) sanki zararlı mikroplarmış gibi saldırmasıdır. Buradaki mekanizmaya otoimmünite denir ve vitiligo da çölyak hastalığı, Hashimato hastalığı, saçkıran (alopesi areata) gibi otoimmün hastalıklardan biridir. Fakat neden bazı bireylerde bu otoimmün tepkinin ortaya çıktığı bazılarında ise hiç gözlenmediği tam olarak aydınlatılamamıştır.
Vitiligo gelişiminde genetik yatkınlık önemli bir rol oynar. Aile üyelerinde vitiligo veya başka otoimmün hastalıklar olan bireylerde görülme sıklığı artar. Ancak birden fazla genin etkileşimi söz konusu olabilir; dolayısıyla hastalığa yatkınlık sadece “tek bir gen” üzerinden açıklanamaz. Ayrıca bir kişide vitiligo olması soyundan gelecek kişilerde illaki vitiligo gelişeceği anlamına da gelmez.
Stres, kimyasal maddelerle yoğun temas, ciddi güneş yanıkları, cilt travmaları veya enfeksiyonlar gibi durumlar vitiligo lezyonlarını tetikleyebilir. Ayrıca hava kirliliği, zararlı UV ışınlarına uzun süreli maruz kalma gibi etkenler de hastalığın seyriyle ilişkilendirilmektedir.
Vitiligonun tanısı genellikle dermatolojik muayene ile konur. Wood lambası adı verilen özel bir ışık kaynağı yardımıyla beyaz lekelerin sınırları daha net ortaya çıkar. Gerektiğinde ek kan testleriyle, eşlik eden başka otoimmün rahatsızlıkların varlığı da araştırılabilir.
Tedaviye gelince, kesin bir “şifa formülü” bulunmamakla birlikte farklı yöntemler uygulanabilir. Topikal kortikosteroid kremler veya bağışıklık düzenleyici (immünmodülatör) merhemler, excimer lazer gibi tedaviler lekelerin olduğu bölgelere renk kazandırmaya yardımcı olabilir. Daha ileri vakalarda fototerapi (UV ışık terapisi) veya sağlam deriden alınan melanositlerin beyaz lezyonlu bölgelere aktarılması esasına dayanınan cerrahi tedavi de gündeme gelebilir. Ancak cerrahi tedavi belirli merkezlerde uygulanabilen, deneyim ve teknik gerektiren bir yöntemdir. Bunların dışında lezyonların çok geniş olduğu ve kozmetik açıdan büyük rahatsızlık veren durumlarda, sağlam derideki pigmentin de yok edilerek ten rengini eşitleme yoluna (depigmentasyon) gidilebilir. Depigmentasyon nadiren tercih edilse de bazı hastalar tarafından talep edilebilmektedir.
Medikal tedavilerin yanısıra sağlıklı beslenme, düzenli uyku ve stresi kontrol altına almak gibi genel yaşam tarzı önerileri de tedavi sürecine katkı sağlayabilir. Çağımızın önemli bir sorunu olan stresle mücadele etmede meditasyon, yoga, psikoterapi, spor yapmak veya hobi edinmek gibi faaliyetlerden yararlanılabilir.
Vitiligo, derideki beyaz lekelerle sınırlı olmayan, biyolojik, çevresel ve psikolojik boyutları olan karmaşık bir hastalıktır. Beyazlayan bölgeleri saklama çabası, toplumsal önyargılar ve etiketlemeler, hastaların iç dünyasında ciddi sorunlara neden olabilir. Dolayısıyla vitiligonun getirdiği psikolojik yük de göz ardı edilmemeli ve gerektiğinde uzman psikolog veya psikiyatrist yardımına başvurulmalıdır. Bununla birlikte toplumda vitiligo konusunda farkındalığın yükselmesi ve önyargıların azalması, hastaların yükünü hafifletmeye büyük ölçüde katkı sağlayacaktır.
Uzm. Dr. Fatmanur Hacınecipoğlu