TMMOB Jeoloji Mühendisleri Güney Marmara Şubesi, Bursa Akademik Odalar Yerleşkesi’nde 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’nin 25’inci yıl dönümünü anmak ve deprem gerçeğine farkındalık oluşturmak amacıyla basın toplantısı gerçekleştirdi.

Türkiye’nin deprem kuşağında yer aldığı gerçeğinin unutulmaması gerektiğine vurgu yapan TMMOB Jeoloji Mühendisleri Güney Marmara Şube Başkanı Mehmet Yıldız, “Jeoloji Mühendisleri Odası olarak, bu acı olayın yıldönümünde bir kez daha hatırlatmak isteriz ki, Türkiye’nin deprem kuşağında yer aldığı gerçeği asla unutulmamalıdır. Depremler, jeolojik yapımızın bir sonucu olarak her an karşımıza çıkabilecek ve mevcut durumuz itibari ile de maalesef ülkemizde afete dönüşebilecek doğa olaylarıdır. Bu nedenle, depreme karşı bilinçli, hazırlıklı ve dirençli bir toplum oluşturmak, en temel sorumluluğumuzdur. Deprem öncesi alınması gereken önlemler, sadece binaların depreme dayanıklı inşası ile sınırlı kalmamalı; aynı zamanda Parsel Bazında Zemin Etütleri, İmar Planına Esas Mikrobölgeleme Etüt çalışmaları ve yerleşim alanlarının doğru seçimi gibi jeolojik veriler ışığında bilimsel yaklaşımlarla desteklenmelidir. Bu çalışmaların yapılmadığı, bilimin ve mühendislik ilkelerinin göz ardı edildiği her durumda, yaşanacak kayıplar kaçınılmaz olacaktır” ifadelerini kullandı.

“GETİRİLEN ÇÖZÜMLER AFET RİSKLERİNİ AZALTMAK YERİNE, PANSUMAN OLMANIN ÖTESİNE GEÇEMEMİŞTİR”

Yıldız, “Ülkemiz, bulunduğu coğrafyanın jeolojik, jeomorfolojik ve tektonik yapısı gereği depremler başta olmak üzere heyelan, kaya düşmesi, sel, taşkın, çığ , oturma-çökme, obruk, tıbbi jeolojik riskler gibi jeolojik ve hidrolojik kökenli afetlerin yanı sıra kuraklık, fırtına, hortum, aşırı sıcaklık ve kar yağışı gibi meteorolojik afetler ile yüzey ve yeraltı yangınları, salgın hastalıklar, müsilaj gibi biyolojik afetlerin etkisi altında yaşamaya devam ediyor. Resmi rakamlara göre sadece 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin maliyeti 104 Milyar Dolar olarak açıklanmış olup , tamamen normale dönüş ise hala tamamlanamamıştır…Ülkemizde doğa kaynaklı afetlerle mücadele için milat olduğu varsayılan 17 Ağustos 1999 depreminin üzerinden çeyrek asır geçmesine rağmen, doğa kaynaklı afetler karşısındaki toplumsal, sosyal, ekonomik, kurumsal ve teknik altyapımızdaki kırılganlık katlanarak artmış, getirilen çözümler ise afet risklerini azaltmak yerine, “pansuman olmanın” ötesine geçememiştir. ‘’Neşter Vurmanın Zamanı’’ ise elbette gelmiştir” dedi.

Yıldız sözlerine şu şekilde devam etti:

Ülkemizde afet yönetimi anlayışının, sadece kriz anlarında değil, Proaktif bir yaklaşım benimsenerek Risk Azaltma ve Zarar Önleme odaklı olarak geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda, Jeoloji Mühendislerinin bilgi ve deneyimlerinin, deprem risklerinin azaltılmasına yönelik olarak etkin bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini bir kez daha yetkililere hatırlatıyoruz. Deprem, sel, taşkın, heyelan gibi doğa kaynaklı olayların afete dönüşmemesi ve ülkemizde yaşanan acıların tekrarlanmaması için doğa ve insan kaynaklı afet risklerine karşı “etkin bir mevzuat altyapısını, güçlü kurumsal yapılanmayı, afet güvenliğini önceleyen bir ekonomiyi, tedbirleri kararlılıkla uygulayan bir siyaseti ve afet farkındalığı yüksek bir toplumu” oluşturmak ve bu yolda ilerlemek zorundayız. Risk azaltma odaklı ve bütünleşik bir afet yönetim sisteminin kurumsal yapılanması yeniden düzenlenmeli; tüm afet hizmetleri için dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, acilen “Afet, Acil Durum ve İklim Değişikliği Bakanlığı” kurulmalıdır.

 

“YENİ BİR İMAR KANUNU HAZIRLANMALIDIR”

Yıldız, “39 yıl önce, yürürlüğe giren ve “Amaç” başlığı altında dahi afet güvenliğini göz ardı etmiş olan 3194 sayılı İmar Kanunu günümüz şehircilik, planlama, yapı üretim ve denetim hizmet ihtiyaçlarına yanıt veremez ve ulusal afet mevzuatıyla kopuk bir durumdadır. İmar yasasının BM 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri arasında yer alan “İnsan Odaklı Dirençli Kentler” yaratılmasına hizmet edecek, afet mevzuatı ile uyumlu, mevcut planlama sürecindeki karmaşayı giderecek şekilde yeni bir “İmar Kanunu” hazırlanmalıdır. -Yıkılan veya hasar gören binalarımız üzerinde yapılan incelemelerde, bina yıkımlarının dört ana temel nedenden kaynaklandığı bilinmektedir” diyerek şu şekilde sıraladı:

1-Binanın oturduğu zeminin niteliğinden kaynaklanan sorunlar,

2-inanın taşıyıcı sisteminden kaynaklanan sorunlar,

3-Binada kullanılan malzeme ve işçilikten kaynaklanan sorunlar,

4-Yapı üretim süreçlerinin denetiminden/ denetimsizliğinden kaynaklanan sorunlar, şeklinde sıralanabilir.

Yukarıda belirtilen sorunların çözümü için yapı risklerinin yönetimini esas alan müstakil bir “Yapı Üretim ve Denetim Kanunu”na ihtiyaç olduğu açıktır. Bu durum “2004 yılında toplanan “Deprem Şurasının” sonuçlarından biri olup, böylece yapı üretimini ve işletimini ilgilendiren tüm hususların bütüncül bir yaklaşımla ele alınması önerilmiştir.  Yapılacak yeni düzenleme ile imar ve afet mevzuatıyla uyumlu, afet risklerini azaltmaya odaklanan yeni bir yapı üretim ve denetim sistemi oluşturulmalıdır. Böylece planlama ve yer seçiminden başlamak üzere zemin ve temel etüdü, güçlendirme/iyileştirme, projelendirme, yapıda kullanılan malzeme ve işçilik ile denetim süreçleri yeniden tanımlanmalıdır. Bu sistemde yapı denetimi; kamusal denetimi esas alan bir anlayışla, zemin ve temel etütlerinin yerinde denetimini de esas alacak bir biçimde inşa süreçlerinin her aşamasında etkin bir şekilde işletilmelidir.

KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇALIŞMALARI NASIL İLERLEMELİ?

Kentsel dönüşüm çalışmalarının nasıl ilerlemesi gerektiğini sıralayan Yıldız, “Jeolojik açıdan riskli alanlar dışında yerinde dönüşümü benimsemeli, yapı stoğu jeolojik riskleri ve nüfus yoğunluğu da göz önünde bulundurularak ‘’En Riskli Bölge’den’’ başlanmalı ve muhakkak alternatif yaşam alanları oluşturularak bindirmeli-geçişli olarak yapılmalıdır. Parsel ve/veya bina bazlı dönüşüm yerine, insanı odağına alan, “Alan veya Ada Bazlı Dönüşüm”modellerinin oluşturulmasına yönelik yasal düzenlemeler yapılmalı; altyapısı, sosyal donatısı, doğal çevre ile bütünleşik, dönüşüm yaklaşımları benimsenmelidir. Deprem öncesi alınması gereken önlemler, sadece binaların depreme dayanıklı inşası ile sınırlı kalmamalı; aynı zamanda Başta büyükşehir belediyeleri olmak üzere ülkemizdeki tüm illerin 1/100 binlik ölçekli Jeolojik-Jeoteknik ve Mikrobölgeleme Etütleri hızla tamamlanmalı; bu etütlerin sonuçlarına göre Bütünleşik Afet Yönetimini esas alan, bütün doğal tehlikeleri göz önüne alan “Master Planlar”hazırlanarak afet güvenliğinin gerektirdiği imar plan revizyonları ve diğer risk azaltma önlemleri birlikte uygulanmalıdır” diye konuştu.