Merhaba Sevgili Manşet 16 okuyucuları,

Hitabete ilişkin değerlendirmelerim bu hafta yönetim bilimindeki kullanımına ilişkin detaylarla son buluyor.

 

Örgütlerde söz sanatını etkili kullanmanın, sorun çözücü ve temsil rollerini üstlenen yönetici açısından önemi tartışılmazdır. Yönetim yazınında bilinen ilk yazılı belge, Eski Mısır’da M.Ö. 2700 yıllarında şehir yöneticisi Ptah Hotep tarafından papirüs kâğıtlarına yazılmıştır. Hotep, yönetimde konuşma hususunda şunları ifade etmiştir:

“Konuşmayı bir sanat haline getirirseniz, güçlü olursunuz çünkü kişinin gücü dilinde gizlidir ve konuşma bütün dövüşlerden daha etkilidir”.

Aristoteles’e göre hitabet karar vermeyi etkilemek için vardır. Yöneticinin en temel rolü örgüt içerisindeki karar verici rolüdür. Retorik bu anlamda yöneticiye astlarını daha iyi ikna edebilmesi için dili iyi kullanabilme imkânı sağlamaktadır. Retorik, aynı anda, iletilen şeyle onun daha iyi nasıl iletilmesi gerektiğini, iletişimde bulunulduğunda gerçekleşen şeyle, nasıl iyi iletişimde bulunulması gerektiğini ve genelde iletişimin ne olduğunu içine alır.

Kops ve Worth’a göre, eğer önemli bir yöneticilik konumunda bulunuluyorsa veya elemanlar, yöneticilik yeteneğine inandırılmak isteniyorsa, konuşma biçimine çok dikkat etmek gerekir. Şirketler, çalışanlarına daha çok yetki verdikçe yöneticiler de bir işi tek başlarına yapamaz hale gelmektedirler. Yöneticiler küçük takım toplantılarında, önemli piyasa toplantılarında ve diğer şirketlerle yaptıkları görüşmelerde karşılaşacakları çeşitli durumlarda kelimelerin gücünden yararlanmak zorundadırlar.

Yönetim ve organizasyon çalışmalarındaki retorik yaklaşımlara baktığımızda, kuşkusuz en etkili örnek Fredrick W. Taylor’un “bilimsel yönetim” retoriğidir. “Bilimsel yönetim” retoriği, işi ve organizasyonu örgütlemenin tek bir “en iyi yolu”nun var olduğu ve bir takım temel ilkelere dayanan “yönetimin biliminin” bu yolun ta kendisi olduğu iddiasındadır. Sözü geçen ilkeler, hareket ve zaman etütlerinin sonuçlarına göre iş tasarımı ile farklılaştırılmış parça başına ücreti içeren çalışmanın bilimini geliştirme; çalışanları bilimsel olarak seçme ve eğitme; çalışma ve çalışanları seçme ve eğitme bilimlerini birleştirme; yönetim ve çalışanların mutlaka uzmanlaşmaları ve yakın işbirliği halinde olmalarıdır.

Retorik, ekmeklerinden olacaklarını hisseden, fabrikalara emek sağlayan ve bu emeği gözetip denetleyen yüklenicilerin; büyük iş adamları tarafından devre dışı bırakılmaktan ve yeni bilginin sahipliğin gücünü azaltacağından korkan küçük atölyelere sahip olan sermayedarların; daha etkili iş tasarımın hemen benimseyip farklılaştırılmış parça başına ücrete karşı çıkan işverenlerin; zanaata dayalı becerilerin kaybolacağından endişelenen sendikaların ve var olan işlerin çabucak tamamlanmasından dolayı sürekli çalışamama korkusu yaşayan çalışanların muhalefeti ile karşılaşmıştır. Ancak, I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile sendikalı çalışanların

cepheye gitmesi ve eğitimsiz çalışanların ve özellikle kadınların çalışma hayatına katılmak zorunda kalmaları, anlaşılması ve benimsenmesi zaten kolay olan retoriğin yayılmasını teşvik etmiştir.

Yönetim uygulamalarının yaygınlaşmasına, meşrulaştırıcı retoriklerin eşlik ettiği bilinmektedir. Danışmanlar, akademisyenler, iş insanları, yöneticiler gibi aktörler retoriksel bir dil kullanarak, uygulayıcıları belirli bir yönetim uygulamasını benimsemeleri yönünde bilinçli ya da bilinçsiz etkilemektedirler. Uygulayıcıları ikna etmek üzere kullanılan bu dilde, söz konusu yönetim uygulamasını korku, endişe, mutluluk gibi duygulara (pathos ya da duygusal retorik), mantığa ve araçsal akla (logos ya da ussal retorik) ya da toplumsal normlara ve değerlere dayanarak (ethos ya da ahlaki retorik) üç tür retorik stratejisi kullanılmaktadır. Belirli bir yönetim uygulamasının yayılma sürecinde bu retorik stratejilerinin bir sıra izlediği ileri sürülmektedir. Green’e göre bu sıra önce duygusal, sonra ussal ve en son aşamada ahlaki retorik şeklindedir. Buna göre, yönetim uygulamasının yayılma sürecinin başlangıcında potansiyel benimseyicilerin dikkatini çekmek üzere duygusal retorik izlenmektedir. Daha sonraki dönemlerde ise, uygulayıcıların söz konusu uygulamayı benimsemelerini sağlamak için ussal retorik izlenmektedir. Yayılma sürecinin ilerleyen aşamalarında ise yönetim uygulaması bir “norm” haline gelmekte ve ahlaki retorik temel meşrulaştırıcı strateji olarak ortaya çıkmaktadır.

Retorik ve yönetim bilimleri arasında evrilen diyalektiğin uzun bir geçmişi vardır. Yönetim düşüncesine ait tüm okullar belirli bir retorik yönelim sergiler. Bu okulların düşüncelerinin yayılmasında retorik etkin bir rol oynamaktadır. Bu okulların söylem pratiklerinin güçlü olması, kendi iddialarıyla ilgili örgütsel çalışmaların ve araştırmaların yaygınlaşması sonucunu da doğurmaktadır. Yönetim sürecinde dil ve dilin ediminin rolünü vurgulayan çalışmalar, yönetim teknikleri boyutuyla ele alınarak retorik yönü ihmal edilmiştir. Retorik zamanın moda yönetim söylemlerinin içinde buharlaşmıştır. Bu haliyle retorik, yönetim bilimleri içerisinde meşruiyet kazanmış formel bir disiplin olmaktan ziyade zayıflatılmış biçimde söyleme “zeyl” (ek) olarak ele alınmaktadır. “Söz uçar yazı kalır” atasözünün geçerliliğini yitirdiği, sözün hapsedildiği, yakalandığı ve sözün de kalıcılaştırıldığı bir çağda yaşamaktayız. Çağın teknolojisi, sözü sanki Foucault’a gönderme yapar gibi sözü de kayıt ve gözetim altına alarak arşivlemektedir. Erkin tüm gücüne karşın meşruiyet arayışı ve onanma, kabul, itaat, ikna, rıza gibi kavramların hem siyaset, hem iletişim boyutuyla tanımlanması gerekliliğinin doğduğu günümüz dünyasında örgütsel yaşam boyutuyla da retorik bilincin gelişmesini zorunlu kılmaktadır.

Sevgiyle kalın,

Dr. Nilüfer Rüzgar