Merhaba Sevgili Manşet 16 okuyucuları.
Bilindiği üzere oruç tutmanın amacı nefse hâkim olma ve şükretme, oruç tutmanın anlamı ise nefse hâkim olunan bu bir aylık süre içerisinde imkânsızlıklar yüzünden yeterince beslenemeyen, karnını yeterince doyuramayan, çocuklarını yeterince besleyemeyen insanların halinden anlayıp iftar vaktinde gerek soframıza konuk ederek gerekse evlerinde iftar yapıp karınlarını doyurmalarını sağlayacak malzemelerle yardımda bulunarak eşsiz bir dayanışma içerisinde olmaktır. Dinimizin en güzel taraflarından biri de dayanışma değil midir zaten..
Ancak maalesef, büyüklerimizin “artık o eski ramazanlar kalmadı” üzüntüsü sadece ramazan etkinlikleri, iftardan sonra gerçekleşen geleneksel eğlenceler, her yerde hissedilen ramazan ruhu kapsamında değil, iftar sofralarının maksadını yansıtmaması anlamında daha ağır bir şeklide kendisini hissettirmekte..
“Eski ramazanlarda” yukarıda da değindiğim gibi hali vakti yerinde olmayanlar iftara çağırılır, Allah ne verdiyse beraber yenir içilir sohbetler edilir karşılıklı hayatlara dokunulur ve egolardan hırslardan uzak karşılıklı bir şeyler öğrenilirdi. Misafir konuk edil(e)meyen iftarlarda da herkes aynı saatte sofraya oturduğu için aile birliği daha da anlamlı hale gelir, elde ve evde ne varsa paylaşmanın mutluluğu yaşanırdı.
Günümüz ramazan sofralarında ise ramazanın ruhuna tamamen aykırı olan gösteriş hakim.. En az 10 çeşit yemek 3 çeşit de tatlının olduğu sofralarda yine aynı sofrayı kurabilme kapasitesine sahip eş dost akraba ağırlanır oldu. Yani körler sağırlar birbirini ağırlar durumu yaşanıyor, egolar hırslar birbiriyle yarışıyor.. İftara misafir davet etmek ev sahibi için büyük bir olay haline geldi artık. Her iftar sofrası için günler öncesinden menü belirlenmekte, alışverişler yapılmakta ve “ya beğenmezlerse” korkusuyla stres yaşanmakta! Evet maalesef şükretmenin güzelliğini fark etmemizi amaçlayan bu mübarek ayda artık “beğenmeme” lüksüne sahibiz.. Oysa ki ramazanın anlamı yedikleri her lokmaya şükretmesini bilen, durumu olmadığı için ise yeterince beslenemeyen dindaşlarımızın halinden anlayıp onları sofralarımızda konuk etmek değil miydi? Ancak mütevazı sofralar kuranlar eleştirilir oldu. Bu yüzden de biraz evvel de vurguladığım gibi iftar sofraları kendini ispat etme sofraları haline evrildi.. Buna ek olarak, ihtiyaç sahiplerini doyuranlar, çeşitli yardımlarda bulunanlar ise “bakın sadece gösterişli sofralarda kendi çevremi ağırlamıyorum yardımımı da yapıyorum sevabımı da kazanıyorum” diye haykırarak yaptıkları yardımları neredeyse davulla zurnayla duyurur hale geldiler. E hani nerede “sağ elin verdiğini sol elin görmesin” düsturu?
Korona virüsle mücadele ettiğimiz bugünlerde hepimiz evlerimize kapandık. Haliyle o gösterişli iftar sofraları yok. Zengini de fakiri de kendi evinde kendi halinde standart sofralarda iftarlarını yapıyorlar. İhtiyaç sahiplerine yapılan yardımlar arttı mı onu bilemem ama sosyallikten uzak bir ramazan ayı geçirmemizden mütevellit yapılan yardımların göze sokulamaması, bu karantina sürecinin olumlu bir sonucu olarak karşımıza çıkmakta.
Evlere kapandığımızdan beri diyoruz ya doğa kendisine geldi, hava temizlendi, hayvanlar doğal ortamlarında özgürleşti, dünya iyileşmeye başladı diye, kim bilir belki insanlık da kendisine gelip iyileşmeye başlamıştır..
Sevgiye kalın..
Dr. Nilüfer Rüzgar